Wednesday, 9 November 2011

Proxemics ve etkileri üzerine

Giriş
İnsanlarla aramızdaki fiziksel mesafelerde olduğu gibi kültürel yönden etrafımızı saran mekansal ve zamansal birçok mesafe vardır. Antropolog Edward Hall, Proxemic Teorisini ortaya attığı The Hidden Dimension (1966) isimli kitabında işte bu mesafeleri tanımlar. 


Proxemic teorisi, günlük yaşamda etkileşim içinde olan insanların paylaştıkları ölçülebilir alanların onlar üzerindeki bir araştırmasıdır.  Hall bu teoriyi geliştirirken paylaşılan ortak alanlara göre insanların mesafe algılarını inceler. 


Mesafeler üzerine
İnsanların vücudunun etrafında kendi kişisel alanları olarak korudukları belli bir boşluk vardır. Hall, bu alanı insanı içine alan bir hava kabarcığı olarak tanımlar. Bu boşluğun büyüklüğü kişinin yetiştiği bölgedeki nüfus yoğunluğuyla ilişkilidir. Yani kalabalığa alışkın bir kültürden gelen kişi ile daha geniş alanlara ihtiyaç duyan farklı bir kültürden gelen kişinin korumayı istediği mesafe farklıdır. Sosyal statü de kişinin koruma ihtiyacı duyduğu mesafeyi etkileyebilir. Ayrıca yaş ve cinsiyetin de içinde yaşanılan kültürün getirdiği ölçütlere göre mesafeler üzerinde etkisinin olduğunu söyleyebiliriz.


Her insan kendisiyle beraber taşıdığı mobil bir hava kabarcığı içinde yaşar. Kabarcığın büyüklüğü, kişinin yetiştiği bölgenin, semtin ve hatta mahallenin kültürü ile ilintili olarak değişkenlik gösterir. Örnek verecek olursak, Japon halkı kalabalık ortamlara alışıktır. Çoğu zaman 1+1 odalı küçük dairelerde yaşarlar. Ev onlar için geçici süreyle bulundukları bir konaklama yeridir, bu nedenle büyük olması gerekmez. Günün büyük çoğunluğunun harcandığı işyeri gibi sosyal alanlar ise aksine geniş olmalıdır.

Japonlar çalışmayı severler. İşlerinin hayatlarının büyük bir bölümünü kaplaması onların alışık olduğu bir durumdur; çünkü sahip oldukları kültürleri sosyal alandaki birliktelikleri desteklemektedir. Evlerine kapanmamaları, ortak yaşama alanlarında daha uzun süre vakit geçirmeleri nedeniyledir. Bu da birbirinin alanını ihlal etmeye alışık bir halk profiline getirir bizi. İşte Japon halkının mesafe anlayışı Türk halkına göre bu yüzden faklıdır.

Türk halkını düşünelim. Geleneksel aile kültürü; büyükannenin, büyükbabanın, torunun, halanın hep beraber yaşadığı geniş evlere işaret eder bizde. Her ne kadar "geniş aile" kültürü günümüzde bitmiş olsa da, onun uzantısı olan geniş odalı büyük dairelere olan sevdamız halen devam etmektedir. Öbür taraftan yeni yapılaşma sürecinde  1+1 dairelerin sayısının giderek arttığını da görüyoruz. Bu da kültürümüzün zamanın koşullarına göre yeniden şekillendiğini gösteriyor. Yani ailenin kutsallığına işaret eden kültür artık değişiyor. [1]

Toplumumuzun geneli mesafeyi sever. Kalabalıklarla iç içe hareket etmek kalabalıklarda yaşamayı bilmeyi gerektirir. Oysa nüfusunun çoğunluğu kırsalda yaşayan Türk halkı geniş alanlarda yaşamaya alışıktır. Şehirli nüfusun az olduğu her yerde bu durum böyledir. Şehrin kalabalık, sıkışık atmosferi alan ihlalleriyle dolu olduğu için, şehirli insan kendi alanına girilmesini bir yere kadar hoşgörüyle karşılayabilir. Ancak geniş arazilerin içindeki müstakil evlerinde yaşamaya alışık olan kırsal insanının şehirde, diyelim ki kalabalık bir otobüste, zaman geçirmesi aynı hoşgörü çizgisinde devam etmeyecektir.

Kişinin mesafe algısı onun geçmişiyle ilgilidir. Bu geçmiş kişinin içinde yetiştiği kültürdür. Kültür, zamana ve mekana göre değişen bölgesel mesafeler yaratır. İşte bu mesafeler, kişinin merkezinde yer aldığı mobil hava kabarcıklarıdır.


Proxemic teorisine göre -Avrupa, Amerika, Avustralya'da yaşayan orta sınıf, şehirli insanlar baz alınarak- bölgesel mesafeler dıştan içe doğru şu şekilde gruplanır:
1.     Genel Alan (3,6 m.ve üzeri)
2.     Sosyal Alan (1,2 ile 3,6 m. arası)
3.     Kişisel Alan (45 cm. ile 1,2 m. arası)
4.     Mahrem Alan  (0 ile 45 cm. arası)

Genel alan (Public Space) yabancı kişilerle aramızda olan mesafedir. Açık bir alanda yürürken yanımızdan geçip giden kişilerle aramızdaki mesafe buna bir örnektir. Eğer tanıdık biri bu mesafeye alınmışsa bu durum, uzak durma, mesafe koyma isteğine işaret eder.

Sosyal alan (Social Space), iletişimin başı ve sonu haricinde fiziksel temasın kurulmadığı mesafedir. Diyelim ki eve gelen bir tamircinin elini sıkıp onu yolcu etmemiz veya kapıya gelen postacının uzattığı evrakı imzalamamız sırasında gerçekleşen etkileşim o anı kapsamaktadır, sonraki süreçleri içine dahil etmez. Yani sosyal alan mesafesine giren kişi, bize geçici olarak yaklaşan ve genelinde bizden 3 m. kadar uzakta duran kişidir.

Kişisel alan (Personal Space) 45 cm. ile 1,2 m. arasında çapı olan mesafedir. Yakın arkadaşlar, tanıdıklar, akrabalar genelde bizimle bu alanda iletişim kurarlar. Sosyal etkinliklerde, arkadaş toplantılarında bu alan kullanılır.

Mahrem alan (Intimate Space) gövdeden itibaren 45 cm.lik bir alanı kapsar. Kişinin koruduğu mesafeler arasındaki en önemlisidir. Bu alan, vücut temasına ve çok yakın duruşlara olanak verdiği için duygusal olarak yakınlık duyulan kişilere açıktır. Bu nedenle kalabalık ortamda bu alana giren kişiler rahatsızlık verir. Alanı işgal edilen kişi tedirgin, sinirli ve duruma göre saldırgan eğilimler gösterebilir. Kalabalık toplu taşıma araçlarında kavga potansiyelinin yüksek olmasının sebebi bu durumdur. Kişinin istemediği kişilerle paylaşmak durumunda kaldığı mahrem alanına olan ihlaldir onu öfkeli ve hoşgörüsüz kılan.


Kişisel ve mahrem alan, izinsiz giren kişilerin işgalci olarak algılanacağı kişiye özel bölgelerdir. Bu alana izinsiz giren kişinin verdiği rahatsızlık tedirgin bir eylemsizlikle ya da öfkeli bir hareketle karşılık bulabilir. Tepkinin koşullara göre etkisi önceden bilinemeyeceği için sürecin neler getireceği sürpriz olarak yaşanarak görülecektir.


Poker suratlar
Balık istifi bir otobüs düşünelim. Kalabalık nedeniyle kişisel ve hatta mahrem alanları başkalarınca işgal edilmiş yolcular olsun içinde. Dikkatle baktığınızda, yolcuların suratlarında hep aynı donuk ifadeyi görürsünüz: Renk vermeden sırasının gelmesini bekleyen poker oyuncularının ifadesini.


Poker suratlar için yolculuk boyunca göz göze gelmek rahatsızlık vericidir. Cama yakın olanlar dışarı, daha içeride olanlar yere veya bakışlarını oyalayabileceği bir yere -mesala öndekinin gazetesine- çevirir gözlerini. İlk duraktan bindiği için oturma şerefine nail olanlar şanslılar sınıfındadır; çünkü bu sıkıntılı süreci uyuklayarak ya da bir şeyler okuyarak geçirmeleri mümkündür.

Okuyacak bir gazetesi veya kitabı olan yolcular, yazılı olmayan kurallar gereği okuduklarını diğerleriyle paylaşmakla yükümlüdür. Standart olarak herkesin yaşadığını düşündüğüm bu paylaşma halini "sosyal okuyuculuk" olarak tanımlıyorum ben.

Sosyal okuyuculaştıramadıklarımızdan mısınız? 
Sosyal okuyuculuk, insanların kişisel merakıyla ilgisi olmayan tamamen sosyal bir davranış biçimidir. Yaptığım yolculuklarda çok sık karşılaştığım bu durum, zaman zaman insanlarda rahatsızlık veren bir biçeme dönüşüyor. Rahatsızlığını hissettirmek için okuduğunu kaldıran veya sayfaları hızlıca karıştırarak sosyal okuyucunun dikkatini dağıtmaya çalışan birçok kişiye rastladım. İstisnai olarak okuduğunu sosyal okuyucuya buyur eden de vardı gözlemlerim arasında. Ancak unutmamak gerekir ki, insanları sosyal okuyucu yapan, onların kişisel alanlarını yok eden kalabalıklardır. Dolayısıyla sosyal okuyucuyu okuduğunuza ilişen bir kişi olarak görenlerdenseniz, bilmelisiniz ki, siz otobüse binip onun yanına gelerek, onun kişisel alanına çok daha önce iliştiniz.

Toplu taşıma araçlarında duyulan rahatsızlık karşılıklıdır. Kişisel alanlar karşılıklı olarak ihlal edilir. Bu gerilimli süreçte hırgür çıkmamasından yanaysanız, karşılıklılık ilkesini gözetmeli ve hoşgörülü davranmalısınız. Elbette hoşgörüyü hak edecek duyarlılığa sahip olmak ön şartıyla. Aksi taktirde art niyet konu olur ki, ona hiç değinmeyi istemem; kelimelerim kifayetsiz kalabilir.

Toplu taşıma araçlarında o veya bu şekilde kişisel alanı ihlal edilen kişi, sıkıntılı ortamında oyalanacağı bir uğraş arar kendine.  Göz göze gelemez, rahat konuşamaz, fazla hareket edemez; ancak demin bahsettiğim üzere, civarında diyelim gazete okuyan biri varsa gazeteyi onunla pekala paylaşabilir. Bu vesileyle büyük puntolu başlıklara rahatça göz atabilir, magazin sayfasındaki fotoğraflardan "başkalarının hayatları"nı takip edebilir, albenili reklamları okuyabilir ve hatta bulmaca sayfasına denk gelecek kadar şanslıysa, kalabalıkların işgali altındayken uzaktan çengel bulmaca ya da sudoku çözmenin keyfini sürebilir. Sosyal okuyucunun civarda gazete yerine kitap okuyan biriyle karşılaşması, aynı yazılı olmayan kurallar gereği kitabı sahibiyle paylaşma hakkını yine kendisine verir. Yalnız bu defa kalabalıkların alan işgalini, kitapçıda görse belki çevirip içine bakmayacağı bir kitabı kenarından tırtıklayarak bertaraf etmesi gerekecektir.

Minik punto sendromu
Sosyal okuyucu için uzaktan kitap tırtıklamak zor bir uğraştır. Hele ki kitap "minik yazılı"ysa, bu, mesafeyle çetin bir savaş vermeyi gerektirir. Tırtıklanan kitabın minik yazılı olması genelinde onun bir roman olmadığına işaret eder. Sosyal okuyucu için bu tip kitapları takip etmek zor olsa da, bir roman yerine diyelim antropoloji türündeki bir kitabı tercih etmesi onun için çok daha verimli olacaktır. Çünkü romandaki giriş-gelişme-sonuç süreci kitabın tümüne yayıldığı için, sosyal okuyucunun yolculuk boyunca okuduğu bir iki sayfa ile konuya hakim olması olanaksızdır. Ancak "minik yazılı" bir araştırma kitabında bu süreç bazen sayfalar, bazen de paragraflar bazına iner. Bu da sosyal okuyucuya, sıkıntılı yolculuk zamanını birkaç kelam bilgi edineceği zaman dilimlerine çevirmesi için avantaj sağlar.

İşbu tespitim, buradan tüm sosyal okuyuculara ufak bir tüyo olarak gitsin benden: Küçük puntolu kitaplardan korkmayın; onlardan tırtıklayacağınız bilgi derya deniz!


İşte, kalabalık toplu taşıma araçlarındaki yolcuların birer sosyal okuyucuya dönüşme süreci böyle işler. Sosyal okuyuculuk konusu hakkında bu kadar yazınca, akşam yolculuklarında pencereden yansıyan iç görüntü ile izlenen dış görüntünün kişisel alan üzerindeki etkilerine veya elden ele dolaşan akbilin yere düşmesiyle, onu almaya çabalayacak yolcunun yaşayacağı olası alan ihlallerini düşünerek eylemsizliği seçmesi konularına değinmem çok fazla zaman alacağa benziyor. Farklı alan ihlallerine henüz değinmediğimi hatırlayarak bu bölümü şu şekilde toparlıyorum:

Toplu taşıma araçlarında yaşanan gergin süreç, poker suratı eksik olmaksızın resmi çerçevenin dışından seyrettiğiniz fikriyle birleşince, yazımda hissettiğinizi sandığım iyimser ve eğlenceli bir siluete bürünür. O zaman üslup yumuşar ve çevrede olup bitenler, gizlendikleri ayrıntılardan çıkarak seyirlik bir resme dönüşür. Hal böyle olunca, gel de seyreyleme şimdi bu resmi. Al gözüm, seyreyle...


Asansör psikolojisi
Bir diğer kişisel/mahrem alan ihlali asansörlerde görülür. Kapalı, küçük alanda hareketsiz kalan kişi, tedirginlikle çoğu kez ayaklarına veya tavana bakarak zamanı tüketmeye çalışır. Hele ki asansörde ayna varsa bu bulunmaz bir nimet olur, diğerlerinin bakışlarından kaçıp kendi gözlerine bakabilmesi için. Toplu taşıma araçlarında geçerli olan yazılı olmayan kurallar, bu nedenle asansörlerde de geçerlidir. Ancak asansörün kısa ve meşakkatli yolculuğunda, toplu taşıma araçlarındaki sosyal okuyuculuk faaliyetlerinin yerini, başın hemen üzerinde yer alan kat numaralarının seyri alır.

Asansörlerde bir de selamlaşma ritüeli vardır. Zaten gergin olan süreç, selamlaşma ritüelindeki aksamalarla bazen komediye dönüşür. Normalde, hayatın akışı içinde yani; tanımadığınız, tanıdığınız fakat samimi olmadığınız, tanıdığınız fakat görmezden gelmeyi tercih ettiğiniz veya tanıdığınızdan emin olamadığınız kişilere karşı kendinizle bir ifade, bir davranış pazarlığına girme ihtiyacı duymazsınız. Ancak, bu kişilerle aynı asansörü paylaştığınızda durum değişir. Asansörde onlarla nasıl selamlaşmanız gerekir? Asansörden inerken "iyi günler" mi, yoksa "hoşça kalın" mı demeniz daha doğru olur? Hoşlaşmadığınız kişiye selam vermezseniz, bu yanlış olur mu? Veyahut ...

Sorular uzayıp gidebilir. Kalınan bu tip ikilemler, kapalı ve dar bir alanla bir araya gelince, gülünç gelen bazı aşırı davranış biçimlerinin sergilenmesi kaçınılmaz olur: Pek samimi olmadığınız bir arkadaşınıza "Hadi, byee!" diyerek ya da daha sonra görüşmeyeceğiniz hatta daha önce oturup iki kelam dahi etmediğiniz bir kişiye "Görüşürüzz!" şeklinde veda ederek asansörden ayrılabilirsiniz. -Tecrübeyle sabittir-


Yazarken aklıma geldi; yıllar önce izlediğim bir videoda, asansör yolculuğu yapan kişilerin nasıl sürü psikolojisi ile hareket ettikleri gösteriliyordu. Denek konumundaki kişi, planlı olarak bir araya gelmiş insanların bulunduğu bir asansöre biniyor ve sonrasında grubun toplu hareketlerine verdiği tepkileri gizli kamera tarafından kaydediliyor. Çıkan sonuç komik; çünkü kişi grubun davranışlarını tekrarlayarak ortama uyum sağlamaya çalışıyor.

Bu örnek asansörde edinilen gergin psikolojinin telkinlerle nasıl yönlendirilebileceğini görmek açısından güzel bence.

Araştırdım ve o videoyu buldum. İzleyin ve asansör psikolojisinin etkisine siz karar verin...


Nerede çokluk, orada hırgür
Kişisel/mahrem alan ihlalinin bir başka çeşidi miting, konser gibi amaçlı toplulukların bir araya geldiği kalabalıklar içinde görülür. Sahneye yakın olma isteğiyle öne ilerleme eğilimi gösteren insanların olduğu böyle kalabalık ortamlarda hırgür çıkmasına oldukça rastlanılır, değil mi? Mitinglerde çıkan kavgalarda, bilinçli dış kışkırtmaların olduğu durumları özellikle belirtmek gerekir. Kalabalığın fikrine ters olan fikirlerin kaşıdığı bu hırgür haller, kişisel alan ihlalinin mevcut gerginliğini taşıyan katılımcılar arasında pekişerek, şiddeti fitilleyen tetikçilere dönüşürler. Sonrasında sen sağ, ben selamet. O yüzden bu gibi durumlarda yapacak tek şey gözü açık olmaktır.
 
Konser kalabalıklarında durum daha farklıdır. Konserlerdeki müziğin ve varsa alkolün etkisi, gevşemeyle kişisel alan ihlallerine yol açar. Güvenlik duygusunu zayıflatan bu durum, kişisel alan ihlali üzerindeki korumacılığı kaldırdığı halde, kalabalığın gerginlik potansiyelini daha çok yükseltir. Çünkü kişisel alan ihlali mahrem alan ihlaline dönüşür. Bu da yukarıda bahsettiğim hırgür çıkması hallerinin artması demektir.


Kıssadan hisse
Şehirde yaşam  dar alanlarda yaşamayı bilmeyi gerektirir. Ortak yaşam alanlarında nasıl davranılması gerektiğini bilmek kişinin ne kadar şehir, ne kadar kırsal insanı olmasıyla ilgili olsa da; bunu çabucak kavramak ve uygulamak kişinin gelişim konusundaki ustalığına bağlıdır. Elbette daha geniş alanları arzulayan bir kişiye şehir hayatı dar gelecektir. Harekete alışık insanlara kırsal alanların "ölü" hissettirmesi kadar doğaldır bu. Ancak mevcut hayat kişinin bu tip tercihlerini sınırlıyorsa, ortak yaşam alanlarında hayatı kolaylaştırmak adına duyarlı ve hoşgörülü olmak şarttır.

Kişisel alan özel, mahrem alan kutsaldır. Bu alanlara sadece istenen kişinin girmesi iyi hissettirir. İzinsiz giren kişi için koşulların ne getireceği bilinmezdir. Benden söylemesi...




[1] Kutsal aile anlayışı 1+1'lerde yaşamı bireyselci olarak değerlendirir. O eski büyük aile ortamına olan özlem, birlikte yenen "neş-eli" akşam yemeklerini veya ailecek seyredilen filmleri anarak dillendirilir ve ardından iç geçirmeler başlar: "Ah, nerede o eski günler!.."

Oysa ailenin kutsallığını savunanlar, bireyselci diye eleştirdikleri yeni yaşam biçimini kolektivist bir tavırla eleştirmezler. Eleştirileri, zamanın koşullarına ayak uyduramayan muhafazakar kafalarının içindeki bir yalpalama sürecinden ibarettir. Çünkü kutsal aile kan bağını referans alır. Kutsal ailecilik bireyleri birbirine kan bağına göre kenetler ve diyelim ki yan komşuyu o bağın içine almaz; bu nedenle dışlayıcı bir biçem sunar.

Eski Türk filmlerinde büyük aile kavramının işlendiği Adile Naşit'li, Münir Özkul'lu filmler çoktur. Hepimiz bu filmleri izleyerek büyüdük. Neşeli Günler çok kült bir filmdir mesela. İzlerken son derece keyif alırsınız. Çünkü, -kişisel görüşümdür- filmde şahsına münhasır karakterleri canlandırmasıyla bilinen usta bir oyuncu, Şener Şen vardır. 


Filmde ailenin sıcak bağları seyirciye her sahnede hissettirilir. Ailede sıkı bir bağ vardır ve bu bağ kan bağı üzerine kuruludur. Kolektivist bir yaklaşımın tersine, toplumun her kesimi bu sıcak ortama dahil edilmemiştir. Vurgu kan bağındadır. Hala, dayı, baba, kız kardeş; yaş, cinsiyet baz alınarak aile içinde bir statü oluşturmuştur. İşte bu statü büyük ailenin muhafazakar ve dışarıya kapalı, dışlayıcı yapısına işaret eder. Bu nedenle kutsal ailecilik ne bireyselcidir, ne de kolektivist; muhafazakar ve dışlayıcıdır.






No comments:

Post a Comment