Parçası olmayı istemediğiniz bir durumun içinde kaldığınız anlar olmuştur. Terk etme hissiyatınız kalma zorunluluğunun verdiği çaresizlik içinde debelenirken, ya duruma isyan edip harekete geçmek ya da usulca zamanın geçmesini beklemek gelir elinizden; ancak çoğu zaman eylemsiz kalıp zamana bırakmayı tercih edersiniz. İsyan ettiğiniz durum her ne olursa olsun çetin bir savaş vermenizi gerektirebilir, bu da düşüncenizi savunmak için kavga etmeniz demektir. Koşullara karşı verilen her savaş, insanoğlunun binlerce yıldır kendi elleriyle kurduğu düzen sofrasının sallanması ve etkisi bilinmeyen -bu nedenle de kaygı veren- bir tepkinin doğması anlamına gelir. Dolayısıyla, koşullarındaki istikrarı sürdürme eğiliminde olan insan; düzeni bozan, huzursuzluk veren faktörleri, henüz gerçekleşme aşamasından itibaren, yok etmeye çalışır; bu yolla, problemlerinin, aksaklıklarının varlığını bilse de var olan düzeni korumuş, kollamış olur. İnsandaki bu davranış kuşkusuz onun doğasındaki uyum ve uzlaşma eğilimine işaret eder. Bu sebeple uzlaşma, kavga gürültü ile mevcut koşullarının zedelenmesini istemeyen insan için vazgeçilmez bir hal alır. Aksi taktirde, geçmişten günümüze kolektif biçimde yaşamını sürdürmüş, bu sayede doğaya karşı verdiği çetin savaşta hayatta kalmayı başarmış insanoğlu; yaklaşık 350.000 yıllık varoluş tarihinde, gelişim ve sürekliliğini bu denli sağlayamazdı. İşte ondaki bu uzlaşma eğilimi, toplumu oluşturan bireylerden biri olarak sizi, kavga edip huzuru bozan kişi olmak yerine, düzenini korumak üzere anlaşma yoluna giden eylemsizlerden biri olmaya meylettirir.
İnsanlık tarihinde, toplumlar arasındaki barış zamanlarının savaş zamanlarından çok daha uzun sürmesi de gösterir ki; insanoğlunun, kabileler arası savaştan tutun, dünya savaşlarına kadarki tüm şiddet dolu yaşamında; öfkesini, nefretini, acısını sönümleyen ve yaşamına devam etmesini sağlayan, onun uzlaşma ve uyuma olan eğilimiydi. İnsanlığın bunca barış zamanı yaşanmışlığı varken, yazılı tarihinde, kısa savaş dönemlerini kayda değer görüp, uzun sureli barış dönemlerine yeteri kadar değinmemesi konusu ise ayrıca sorgulanmalıdır diye düşünüyorum. Bu çelişkinin altında yatanlardan biri, insan doğasının "vahşilik" eğilimlerinin olduğuna dair gösterilecek sığ bir gerekçeden ziyade, egemen düzen savunucularının güçlerini korumak üzere aldıkları tutum ve bu bağlamda yaptıkları icraatlar olsa gerek. Nitekim, tarihteki mevcut yazılı kaynakların çoğu, "aydınlattığı" dönemin egemenleri tarafından sipariş ile istenen "kahramanlık" hikayelerinden pek de öteye gitmemektedir. Öyle olmasaydı, ne geçmişten günümüze zaman içinde değişim gösteren bir tarih anlayışı, ne de farklı ülkelerin tarihi farklı anlatan birbirinden farklı kitapları olurdu. Böylesi subjektif bir geleneğin içinde, insanoğlunun barışa verdiği önem ve onu uzun yıllar boyunca nasıl koruduğu konusu, yine insanoğlu tarafından görmezden gelinmiş; gelecek nesle miras kalacak kaynaklarda, insanoğlunun içgüdüsel yanının esaretine nasıl girdiği, "yaratılış doğasından" gelen kavgacı, saldırgan özellikleri ile neler yapabildiği, deyim yerindeyse ballandıra ballandıra anlatılagelmiştir. İşte, insanoğlunun geleceğe mirası, yaşamındaki bu ufak zaman dilimlerindeki şiddet gösterilerinden ibaret şimdi.
Uyum bir arada yaşamın temellerinden biridir. Bir arada yaşam, çoğunluğun eğiliminin genel eğilim olarak kabul edilmesi ile sağlanır. Bu da, genel eğilimin dışında kalan davranış biçimlerinin toplumca benimsenmediği anlamına gelir. Resmi yollarla olmasa da bir şekilde dilimize geçmiş İngilizce kelimelerin kullanımı bu duruma örnek gösterilebilir: *Bir sohbet ortamında, "Deep freeze" kelimesinin Türkçe karşılığını bilmeyen bir kişinin "o nedir?" şeklindeki doğal tepkisine yaklaşık 10 dk boyunca gülebilen bir topluma sahibiz. "Deep freeze"in İngilizce'de derin dondurucu anlamına geldiğini bilmemenin komik gelmesi ve hatta kahkahalar attırması, derin dondurucuya "deep freeze" demenin toplumca benimsenmiş ortak bir söylem oluşunu ve onun Türkçe karşılığını bilmemenin genel eğilimin dışında kalan marjinal bir duruma dönüşünü açıkça göstermektedir. Bu örnekle yabancı dillerin yerli dil üzerindeki etkisini sorgulamak niyetinde değilim; işaret etmek istediğim konu, toplumun ortak söyleminin oldukça kaygan bir zemine sahip oluşunu vurgulamak. Zira, 10 yıl önce de derin dondurucuya 'deep freeze' diyen bir kişi o dönemin koşullarında marjinal tarafta yer alacaktı. Toplumun ortak söylemi bu denli kaygan bir zeminde iken; eğilimlerin, davranışların şekillenmesi ve bu bağlamda kimin marjinal olduğu konusu göreceli bir hal almaktadır.
Sonuç olarak, uyumlu olabilmek için eylemsizliği seçenler uymayıp kavga yoluna gitseler de, kavga konusu problemin zaman içinde ne kadar değişim geçireceği ve sonrasında hala problem olarak kalıp kalmayacağı konusu muğlaktır. Dolayısıyla verilen kavga tarihte beyhude bir uğraş olarak da kalabilecektir. Elbette bu sözüm pozitif bilimler için geçerli değil. Arkeolojik kazılarda bulunan bir insan kalıntısının bilimsel analizlerle hangi döneme ait olduğunun bulunması veyahut kesik bir ağacın üzerindeki halkalara bakarak yaşının hesaplanması gibi konular zamana veya koşula göre değişim göstermezler. Bu nedenle, sözüm meclisten dışarıdır.
*Bu yazıyı kaleme almamı sağlayacak düşüncelerin kafamda şekillenmesini sağlayan bir olaydan.
No comments:
Post a Comment