Günlük hayatta başımızdan geçenler, birbirimize olan davranışlarımız, ilişkilerimiz, yaptığımız rutin sohbetler, resmimizi dışarıdan izleyen bir çift göz için muhteşem bir gözlem konusu olsa gerek. O yüzdendir ki, resimdeki çerçevenin dışına çıkmanın, akıştan kaçarak kenardan kenardan yaşamanın ayrı bir keyfi oluyor.
Algı bombardımanı
Alıp başını yürümüş bir sohbet ortamı düşünelim. Hikayesini anlatan, sıra bekleyen, araya girmeye çalışan veya araya girmeyi başaran kişilerin olduğu aktif bir grubun içinde öyle biri olsun ki; kendi halinde, belki 15 dk önce oluşmuş bir tebessümün kalıntısı yüzünde hala duruyorken, usulca ve dikkat içinde çevresini izlemektedir. Sohbete katılmaz, zaten pek dinlediği de yoktur; ilgisi konuşmada değil, konuşmacıların kendisindedir; belki karşısında oturanın konuşurken kaşlarında oluşan devinimleri izliyor, belki sağ yanındakinin sürekli gözünün karşı masada oturan kadına nasıl kaydığını takip ediyor, belki de solundakinin ayaklarını sıkıldığı için mi, yoksa gayriihtiyari olarak mı salladığını tayin etmeye çalışıyordur...
![]() |
Doğaçlama - Wassily Kandinsky |
Böyle bir süreç yaşanırken sesler duyma eşiğinin altında, renkler bir o kadar canlı, yalnızca görüntü bağıra çağıra, paldır küldür konuşuyordur onunla. Çünkü, o anda, algıda bir üst katmanda, çerçevenin dışında, Kandinsky'nin fırçasından çıkmış bir resme bakar gibi seyrediyordur çevresindeki görüntüleri, görüntüdeki renklerin çıkardığı sesleri ve seslerin yarattığı melodileri.
Burada kişi, böyle sıradan bir günde, sıradan bir yerde, sıradan bir uğraş - belki geyik muhabbeti- içinde, etrafında cereyan eden irili ufaklı birçok olayı -diğerleri için ayrıntıyı- yaşayarak duysal bir farkındalığı harekete geçiriyordur içinde. İşte bunu 'algı bombardımanı' olarak tanımlıyorum.
Kişinin sözünü ettiğim bu algı bombardımanını yaşarken, dışarıdan bir gözle 'yaşamdan kopuk' olarak algılanması ironiktir. Çoğu zaman yaşamdan kopuk tabiriyle toplumdan kopuk olma hali kastedilse de, kelime olarak 'yaşam' denilmesindeki tercihin tesadüfi olduğuna inanmıyorum. Bu, bizim yaşama olan bakışımızı, onu nasıl algıladığımızı ve hatta ondan neler beklediğimize işaret ediyor.
Algı körlüğü
![]() |
- "Duymak istemiyorum!" |
Gece
Durağan koşullarda, dış uyarıcıların bombardımanına maruz kalmadığımız zamanlarda yani, günlük hayatta ayrıntı olarak değerlendirdiğimiz olaylara daha hakim oluruz. Geceleri gündüzlerden duygusal olarak daha yoğun yaşamamızın nedeni budur. Geceler sessiz ve durgundur; çünkü gündüzün kaos ortamı yerini huzura bırakmıştır.* Aslında hepimiz, yukarıda bahsettiğim "yaşamdan kopuk" kişiye dönüşürüz geceleri. Toplumda barınmanın temel gereksinimleri olan uyumlu olma, benzer davranma, birlikte hareket etme gibi gizli sorumluluklarımız gündüzün ışıklarıyla birlikte son bulur geceleri. Artık herkes kendi yolundadır, kendiyledir.
Gündüz Vassaf gibi gece ile gündüzü uzun uzadıya anlatmak değil niyetim. Dileyene Cehenneme Övgü tavsiyem olsun. Burada yazarak yaptığım, zaman zaman 'yaşamdan kopuk' olan bünyemin çevresine olan serzenişini kelimelere dökerek somutlaştırması. Öyle ki, beni ne normalleştirecek kadar az, ne de diğerlerinden marjinalleştirecek kadar çok; kararında, kıvamında bir serzeniş.
No comments:
Post a Comment