Sunday, 6 May 2012

Merhaba


O gün yol boyunca keyifsizce oturduğum koltuğumda, uyukluyor görünen tasvirimin tersine, birçok şeyi düşünüyordum.

Yaşamdan keyif alamamak; arkadaşlarla sohbet etmenin, kalabalıklarla yürümenin, bir köşeyi dönmenin, asansöre binmenin, yemek yemenin zevk vermediği, her şeyin sahte geldiği tatsız tuzsuz bir ruh halidir. Her şey buram buram sahte kokar: Fenomenal dünyanın sahteliği. Algılar alabora olur; geçmişin illüzyonal dünyası çökmektedir. Sezgiler dikili duyguları teker teker sökmeye başlar. Başı boş kalan duygular düşünceleri karıştırır ve dünya üzerinde türlü oyunların döndüğü bir sahne dekoruna dönüşür.

İşte bundan yaklaşık 3 ay önce aynı tatsız ruh hali içindeydim. Keyifsizce oturduğum otobüs koltuğunda düşüncelere dalmış anlamaya çalışıyordum olup bitenleri. Canlı, akışkan hayatın illüzyonal dünyası duvarda asılı duran yağlı boya bir tabloya dönüşmüştü. Edilgin, sınırlı ve pasif bir seyir nesnesiydi artık yaşam. Akış, kurma bir saattin rutin tik tak seslerinde akıyordu ve o sırada hiçbirini duymuyordum.


M. C. Escher, Sekiz kafa - 1922
Başı boş kalan duygular iç uzayda fırtınalar koparırlar. En derin düşünceleri sarsacak, bilinci yoldan çıkaracak, aklı bulandıracak kadar coşkundurlar: "Daha çok alan, daha çok özgürlük istiyoruz!" Sıkışıktır her yer. "Bize boşluk gerek!" Sığamazlar hiçbir yere; bir öfkede patlamak, bir göz yaşına karışıp gitmek isterler. "Düzen, az biraz düzen!" 

Bir Escher resmi gibidir formları: Kontrastları yansıtan dramatik, sonsuza kadar uzayabilecek bir yoğunluk hakimdir. Ancak aynı zamanda bir gölgenin dili kadar konuşkan, silueti kadar okunabilirdirler. Bazen Art Nouveau'nun en etkin formlarından birine bürünür, bir kırbaç gibi şaklayarak uzaklara, bulundukları yerden apayrı yerlere savururlar düşünceleri. Bazense tutunmanın güç olduğu kaygan bir zemin olur, alabora ederler sahiplerini. Ya da çakıl taşlarının pürüzüne, berrak göletlere, dibe doğru çeken sahralara dönüşürler; kıvrılırlar, ufalırlar, uzarlar, hep devam ederler. Ta ki sönümlenene dek.


Sunday, 1 January 2012

"Değişen dünya düzeni"ne bir bakış

Değişen dünya düzeni
Duymaya alışık olduğumuz bir ifade, değil mi? Genelini kravatlı, ciddi suratlı konuşmacıların oluşturduğu TV programlarında kurulan örtbas cümlelerinin başını çeker hep. Çevir sesi veren telefonun başarısız bir taklidinden öteye gitmeyen bu konuşmalardaki çekimsizlik bazen o kadar aşırıya kaçar ki, adapte olup dinleyebilmek için kendinizi  koltuğa zamk yardımıyla sabitlemeniz gerekir.

İşte bunun gibi zamk takviyeli programlardan biriydi; yaklaşık bir yıl önce soğuk algınlığım nedeniyle bir elimde kumanda, diğerinde mendil, battaniyeye sarılmış bir şekilde zaping yaparken denk geldiğim kanallardan birindeki program. Konuşmacılardan birinin "değişen dünya düzeni gösteriyor ki" demesi, kendimle birlikte uçuşan düşüncelerimi de yaydığım battaniyenin yüzeyinde hafif bir dalgalanmaya sebep olmuştu. Yüzeyden içeri sızan düşüncelerim duygularımda somutlaşmış, dizlerimden aşağıya doğru inerek küçük bir reflekse dönüşmüştü. Daha açık bir ifadeyle "değişen dünya düzeni", altına uzandığım battaniyeyi kısmi olarak havalandırmama sebebiyet verecek bir farkındalık düşürmüştü içime. İleride bu sözü duyduğunda irkilen ve sahiplerinden hazzetmeyen bir kişi yaratmakta olduğumun henüz farkında olmadan bir elimde mendil, diğerinde kumanda, doğrulduğum koltuğumda oturmuş düşüncelere dalmıştım:

"Değişen dünya düzeni... İyi de, kim değiştiriyor sürekli bu dünyanın düzenini?"