Dün akşam metroyla hastaneye giderken -başımda hafif ateşle- durağımın gelmesini bekliyordum. Yer olmadığı için ayakta kapı kenarında dikilmiş, yanan ışıkları takip ediyordum. Bir süre sonra gözüm, yandaki Clark Kent modeli saçlarıyla müzik dinleyen gence ilişti. Kulaklığından çevreye yayılan müzikler bende onu algılama farkındalığı yaratmıştı. Kafasıyla bir yandan ritm tutuyor, bir yandan da eli telefonda bir şeyler yapıyordu. İstemsizce gözüm telefonuna kaydı; whatsapp'ta seçtiği bazı mesajları siliyordu. Derken yanda biri kalktı, kalabalıkta yeşil bir alan beliriverdi. Yeşil alana yöneldim ve birazdan oturuyordum. Şimdi, yanımda, yüzünde gözlerinden aşağıya, yanaklarına doğru uzanan çizgileri olan 70'lerinde bir amca vardı. Çizgiler öyle uyumla iniyordu ki gözlerinden aşağı, böyle estetik, güzel, yaşlı bir yüze sadece imrenilebilirdi doğrusu.
Amca, elindeki tükenmez kalemiyle, dizine dayadığı küçük not defterini karalıyordu. İstemsiz bakışlarım not defterinde gezindi bu defa. "Takım listesi" yazıyordu başında. Altta da bir liste vardı; çekiç, iki adet metre şeklinde devam ediyordu liste. Belli ki, mesleği gereği, elindeki aletlerin listesini çıkarıyordu. Kaybetmemek üzere bir kağıda yazıyordu onları. Amaç unutmamaktı. Kağıt kaybolmadığı sürece sahip oldukları elinde olacaktı.
Az evvel ayakta duran genç şimdi karşımda oturuyor, telefonunda sildiği mesajların son kontrollerini yapıyordu. İçimden, ne çılgın bir zamanda, ne kaygan bir zeminde yaşıyoruz diye geçirdim. Simulakrların birbirini kovalaya durduğu bu yeni dijital dünyada fütursuzca davranmak bedavaydı. İstediğimiz zaman geri alınabilecek-yok edilebilecek sözlerimiz, eylemlerimiz vardı. Clark Kent gencimiz birkaç ‘tık’ ile, bir sebeple görmek istemediği mesajları yok edebiliyordu. Oysa yaşlı amcanın kuşağı için bu yok etme eylemi gerçekten bir Clark Kent işiydi.
- Bak şimdi güzel amcam, yazıyorsun ama daha karşıdaki okumadan silebiliyorsun ve o görmüyor. Hatta yazıyorsun, sonra okumuş mu, anlayabiliyorsun bile.
- Yok artık!
Güzel amca, elindeki mavi tükenmez kalemiyle basit bir edimi gerçekleştiriyordu: Yazıyordu. Bu yaratıcı edim, alet listesini zamanın arsız yok ediciliğine karşı korumak içindi. Oysa teknoloji kahramanı Clark Kent gencimiz için yaratma edimi çok daha karmaşıktı. Bir hokkabaz gibi, var olanı yok ediyor, yok olanı var edebiliyordu. Üstelik bunu yaparken, var'ı ve yok'u, gerçekliği, gerçeklik algısını, nesneyi ve görüntüyü, nesnelliği sorgulatacak derin düşünceler salıyordu dünyaya. Eh, devir hokkabazlık devriydi. ‘What is Matrix?’ti. Değişim o kadar hızlıydı ki, içindeyken çok yakın olduğunuz için onu göremiyor, ancak hissedebiliyordunuz. Görebilmek için imgeler yığınından uzaklaşmanız gerekiyordu.
Bir süre uzaklaşmak lazım dedim içimden. Sessiz bir doğanın dinginliğine saklanmak lazım. Yaylı bir divana uzanıp mesela, kuş sesleriyle uyumak harika olurdu.
***
Güzel amca, elindeki mavi tükenmez kalemiyle basit bir edimi gerçekleştiriyordu: Yazıyordu. Bu yaratıcı edim, alet listesini zamanın arsız yok ediciliğine karşı korumak içindi. Oysa teknoloji kahramanı Clark Kent gencimiz için yaratma edimi çok daha karmaşıktı. Bir hokkabaz gibi, var olanı yok ediyor, yok olanı var edebiliyordu. Üstelik bunu yaparken, var'ı ve yok'u, gerçekliği, gerçeklik algısını, nesneyi ve görüntüyü, nesnelliği sorgulatacak derin düşünceler salıyordu dünyaya. Eh, devir hokkabazlık devriydi. ‘What is Matrix?’ti. Değişim o kadar hızlıydı ki, içindeyken çok yakın olduğunuz için onu göremiyor, ancak hissedebiliyordunuz. Görebilmek için imgeler yığınından uzaklaşmanız gerekiyordu.
Bir süre uzaklaşmak lazım dedim içimden. Sessiz bir doğanın dinginliğine saklanmak lazım. Yaylı bir divana uzanıp mesela, kuş sesleriyle uyumak harika olurdu.
***